Mersinde bir apartmanın üçüncü katında bir artı bir bir dairesinde oturuyordum.Kaç aylık kira birikmişti.Eve ekmek alsam zeytin alamıyordum.Akşamdan akşama yatmaya gittiğim eve kapadım kendimi bir gün.Para kazanamadıktan sonra işe gitmenin ne gereği vardı. Kara kara düşünmeye başladım gün boyu.
Derken telefonum çaldı.Açtım. İstanbul’da yaşayan bir kız arkadaşımdı arayan.Hal hatır soruyordu,işlerin nasıl gittiğini soruyordu.Fena değil pandemi falan filan diyordum, idare ediyoruz işte diyordum her sorusuna. Peki, sen nasılsın bakalım? İşleri iyiymiş Allaha şükür,herhangi bir sorun yokmuş.Daha ne isteyebilirmiş ki…
İyi, dedim; hiç olmazsa birimizin işleri iyi gitsin.
Ertesi saba erkenden kapının zili çaldı. Zaman zaman gelip kapıya bir şeyler bırakan komşulardan biridir diye düşündüm.Kalkmadım bile. Nasıl olsa bırakıp giderler. Hep olduğu gibi. Zil bir kez daha çaldı.Uzun uzun bir daha çaldı. Kalktım,açtım.
Dün telefonla konuştuğum arkadaşımdı gelen.
Sesimden zorda olduğumu anlamış, ilk uçağa atlamış, gelmiş.
Eyvah!
Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim birsüre. Öylece kalakalmışım.
Evde çay var, şeker var; ama tüp yok. Ekmek alacak param yok cebimde.
Çok önemli bir işimin olduğunu,mutlaka orada olmam gerektiğimi söyleyip kendimi dışarı attım.
Akşama görüşürüz.
Oldukça geç döndüm eve.
Kaldığım dairenin ışıkları yanıyordu. Bir tuhaf oldum. İlk defa kapımın zilini çalacaktım ve birileri açacaktı kapıyı bana. Kirden, sigara isinden rengi atmış perdelerin aklığı da beni şaşırtan bir başka konu. Neyse…
Zile bastım,kapı açıldı,girdim ,içeri.
Evimi tanıyamadım desem abartmış olmam.
Ne varsa yıkanmış, silinmiş, süpürülmüş; pırıl pırıl.
Adı bende saklı dünyalar güzeli de yıkanmış,taranmış, süslenmiş…
Öptü beni; sonra elimden tutup mutfağa çekti.
Masa, masa olalı öyle donatılmamıştı. Tam ortada da bir binlik rakı.
Kanatlanıp uçsammı; ağlasam mı bilemiyorum.
Öptüm onu.
Sessizce doldurduk bardaklarımızı;tokuşturduk, içtik.
Sonra bir daha doldurduk, tokuşturduk, içtik.
Sonra bir daha…
Mustafa Esmer Cengiz