OLGU EROL KARAASLAN
Hikmet Bey, Tıbbiye öğrencisi iken İstanbul’un işgaline karşı okulda direniş örgütlenmesinde aldığı rol ve Tıbbiyelilerin temsilcisi olarak katıldığı Sivas Kongresi’nde yaptığı manda karşıtı konuşma ile tanınır. 7 Eylül 1919’da yapılan ikinci celsede verilen önergede Hikmet Beyin de imzası vardır. Kongrenin 9 Eylül 1919 gecesi, mandacılık tartışmasında bu konuyla ilgili olarak Atatürk’e hitaben yaptığı konuşmada;
“Paşam, temsilcisi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davamızı başarma yolundaki çalışmaya katılmak için gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar, şiddetle reddeder ve karşı çıkarız. Örneğin manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederiz” demiştir…
Mustafa Kemal, “Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır,” diyerek Hikmet Bey’e dönmüş ve şunları söylemiştir: “Evlat; müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!”
Sivas Kongresi’nde de Hikmet beyi alnından öperek; “Daima ilerici ve devrimci fikirlere alemdarlık etmiş olan tıbbiyenin mümessili olan genç” diye tanıtması, Türk hekimleri için bir övünç kaynağı kabul edilir.
Sivas Kongresi’nden sonra ise Hikmet Boran, yakın arkadaşı Yusuf Bey (Balkan) ile birlikte, Dr. Adnan Adıvar’ın başhekim olduğu Ankara Cebeci Askeri Hastanesi’nde, bakteriyoloji uzmanı Tabip Albay İbrahim Tali Bey (Öngören)’in başında bulunduğu laboratuvarda aşı yapımında çalışmışlar ve tifüs aşısının ilk olarak kendi üzerlerinde denemesini gönüllü olarak kabul etmişlerdir.
Gösterdikleri bu fedakârlık üzerine, Mustafa Kemal tarafından Hikmet ve Yusuf Beyler’e rütbe verilmiş ve maaş bağlanmıştır.
Evet,
Biz de Covid-19 küresel salgının başından bu yana sağlık emekçilerinin sergilediği olağanüstü çabaya ve bu çaba ve özveriye karşın onların çok yönlü, ruhsal, fiziksel mağduriyetlerine, tükenmişliklerine, yorgunluklarına tanık olduk. Hekimlerin ve diğer sağlık emekçilerinin bu koşullarda bir canı daha hayatta tutmak için verdikleri mücadele karşısında onun canına kastetmeyi kendine hak gören zihniyetin, sağlık ile hastalık, yaşam ile ölüm arasında bir arafta maruz kalınan çaresizlik karşısında kendisine sağaltıcı bir el olarak müracaat edilen sağlık çalışanına yönelen şiddet eyleminin nasıl olağanlaştırıldığını gördük.
Şifa elini kahırla, öfkeyle, kinle yok eden ve kurtarıcısının celladına dönüşen zorbalığı normalleştirenleri gördük. Grev için toplandıkları bahçede, yüzlerine tükürdüklerini, vatan haini dediklerini, kovulduklarını, aldığınız maaş neyinize yetmiyor dediklerini, üzerlerine yürüdüklerini gördük.
Yurtsever hekimliğin simgesi haline gelen, alnından öpülen Hekim Hikmet’ten, “nereye giderse gitsinler” denilen, yuhalanan, muhalif görülen, itibarsızlaştırılan ötekine, kötüye dönüştürülen hekimlere evrildiklerini gördük.
Bizim şimdi yapmamız gereken, sadece ölüm kalım mücadelelerinin içinde olmakla kalmayıp canları pahasına hayat vermeye çalışanların yanında olmaktır. Kendi bedenlerini covid19 virüsüne, şiddete, hastalarına siper eden bu insanlara hangi zaman ve koşulda olursa olsun hak etmiş oldukları itibarın verilmesinin vicdani sorumluluğunu alıp, onurlu direnişlerine sahip çıkmaktır.
Sağlık çalışanlarının itibarsızlaştırılmasına, ötekileştirilmesine, düşmanlaştırılmasına neden olan dil ve söylemlere son verilmez, bu zehirli dilden vazgeçilmez, itibar ve hakları iade edilmezse;
Tıbbiyeli Hikmet’in söylediği gibi;
“Bu dili, bu ötekileştirmeyi kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar, şiddetle reddedip, karşı çıkarız” demektir.
Umudu, dayanışmayı inatla, inançla örgütlemek, yolu açmalarına olanak sağlamaktır.
Bizden çaldıkları yılları, hayatları, umutları, hayallerimizi geri almanın, acılarımızı azaltmanın tek yolu budur çünkü.
kaynak:mersin yaşam