Gönül, ummadığı yere küsermiş” işte;
Öyle ki bellek ummanına dalıp da, elli yıl öncesi bir incinmişlikten misal gösterecek kadar:
Ortaokuldaydım; matematik öğretmenimiz ders ortasında tahtaya kaldırıp anlatmakta olduğu konudan bir geometri sorusunu çözmemi istedi. Yanlış yöntem tutturduğumdan olmalı, sonuca ulaşamadım.
Bunun üzerine çok sevdiğim öğretmenim, sınıfa karşı bana öyle bir söz dokundurdu ki…
Kendisini hep ak saçlı, ak sakallı bir zamane dervişi olarak gördüğüm müzisyen Erkan Oğur’un Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın seslendirdiği türküde kopuz çaldığı haberi üzerine;
Tıpkı öğretmenimin, beklentisini boşa çıkaran en güvendiği öğrencisine gönderdiği sitem benzeri dedim ki ben de:
“En akıllımız Kandilli Yahya, o da ipe un serer”(*)
Elbette, onun her zaman için dinleyenlerine karşı saygılı, alçakgönüllü, engin gönlüne güvenerek. Darıldım da doğrusu.
Neyse ki sonrasında, kendisinin de bunu bir hata olarak gördüğünü belirten açıklaması üzerine bir parça doğruldu kalbim.
Salt müzik adına, bağlama seven, halk müziğiyle ilgili birisi diye hissettiği içinmiş.
Oysa Erkan Oğur o bilgeliğiyle bilmez mi ki, Halk Müziğini sevmek için önce “Halkı” sevmek gerek…
Değil mi ki bu bilinçle dinletilerinde büyük bir sükunetle, neredeyse hiç konuşmadan; insana has en ölümsüz duyguları anımsatması, görüp geçirmekte olduğumuz bunca haksızlıklara karşı bir parça da sabır öğütleyerek her telden tını estirip, söz savurması.
Pir Sultan’dan, Emrah’tan, Harabi’den, Mahsuni’den, Kul Hüseyin’den ve daha nice halk ozanlarından kâh türkü, kâh deyiş, bazan ağıtlarla; Yaşamanın mutluluğunu, kiminde çaresizlik duygusunu, bir başkasında gerçek aşkın, sevmenin büyüklüğünü dinleyenlere duyumsatan.
“Ne yaparsam yapayım, insan olmanın hüznü çıkıyor ortaya, biz sizi eğlendirmeyiz, eğleriz ancak.” Diyen.
Zamanede bir hâl gelmesin başa,
Ahdı bütün bir sadık yar kalmamış
Kalleş yar olana dost demem haşa
N’olacak muhannet meydan görmemiş
Şimdi; son on dokuz yıldır, yoksulu daha yoksuz kılan, varsıldan- ezenden yana politikalarla milyonlar işsiz, insanlar bunca çaresiz ve aç,
Bedava dağıtım kuyruklarında birbirlerini ezecek kadar kuru soğana, patatese muhtaç iken.
Hepsinden öte, önü alınmayan amansız bir salgında kendi kaderiyle baş başa bırakılan bir halk deyim yerindeyse kırılır iken,
Arşa çıkan zulme, baskıya, haksızlıklara karşı hiçbir ses vermeyenlerden,
Bağlama çalarken gören olmuş mudur bilemem ama; ekranlarda insana bir gülen yüzünü bile çok görenlerden, Halk Müziğini seviyormuş diye umutlanmalı mıyım?
Bin bir gösterişle gittikleri yoksul evinde diz kırıp Halkın Sofrasına oturdular diye halkı sevdiklerine inanmalı mıyım?
Hakk’ı bilmeyenin halkı bilmesine kanmalı mıyım?
Sevgimizi esirgemediğimiz bir sanatçımızdan yeri geldiğinde sitemimizi de sakınacak değiliz elbet.
Bu yüzden, aynı deyişinden bir başka dörtlük Kul Hüseyin’den Erkan Oğur’a. Ondan iyi okuyan mı var?
Gönül minnet etme sultana hana
Kaderin gayrısı gelmez meydana
Dostun bir fiskesi dokunur ama
Adular taşını vurmuş vurmamış
Bana gelince, o geometri sorusunu çözemediğim yıllardan başlamıştı; gönlüm, bilincim, vicdanım ülke sorunlarına kaymaya. Halkın türkülerini ve onun derinliğinde bir halkı severek…
Örneğin, yeni nesil tanımaz elbet ne o sesi, ne de Huma Kuşu‘nu.
Üç yıl önce, yine böylesi bahar günlerinde kaybettiğimiz halk müziği sanatçımız Mükerrem Kemertaş’ın okuduğu o türküye vurulduğumda, on altı- on yedisindeydim neredeyse.
“Sen efendi, ben kapında kul olim,
Koy desinler, bu da bunun kuludur”
Bir türküden bunca gam kapacak ne derdi olabilirdi ki bir insanın o yaşta?
Bugün olmuş, her dinleyişte halâ da dokunur bana bu yaşta.
O zamanlardan ayırdına varıp dertlendiğim halkın yoksulluğuyla, ezilmişliğiyle, çaresizliğiyle örtüştürmüştüm türküyü belli ki.
Ya şimdi? Halkım sırf çaresiz, yoksul değil;
Bir de üstüne, çoğu 12 Eylül faşist zihniyet geçmişli türlü korkutmalar, uyutmalarla çoğunlukla hak aramaz, hesap sormaz, aldırmaz!
Gerici, bağnaz yönlendirmeler, dini avuntularla yerine göre aymaz, yerine göre kurnaz…
Ve ben, tüm bunlar karşısında zaman zaman nasıl düşüneceğini bilmez…
Ama halâ halkını sevmekten vaz geçmez, halâ gamlı…
Hâl böyle olunca zamanede, ne diyeyim ki onca yıldan sonra;
Zalim yola gelmez, alkışlayanlar usanmasa da
“Ben ağlam ki,
Deli gönül belki bir gün uslanır…
(*)K.Maraş yakınlarında
küçük bir yerleşim yeri.