“Kötü ve karanlık günlerimizde çaresizliğe yakılmış gibiydi;
“Dağlar Seni Delik Delik Delerim/Kalbur Alır Toprağını elerim”
1982 yılı olsa gerek; Belkıs Akkale’ye müzik alanında iyi bir çıkış sağlarken, dağları olmasa da hasret ve ayrılık acısı çeken yüreklerimizi delen zalim bir türküydü.
Aynı yıl halka dayatılan bir Anayasa ile un ufak edilen kazanımlar, yele giden emekler ve kalburla elenip, üzerimize elenen ölü toprağı.
Toplum böyle bir karabasanın altında hâlâ uyurken, her şeyimiz haraç mezat satılıp bitiriliyor.
Topraklarını kalburla elemek için şimdi gözlerini dağlarımıza diktiler. Bu türküyü bu yüzden anımsadım.
İnsanın neresi ağrırsa canı oradadır derler ya, bazan ince bir diş sızısı, ufak bir bere diz kapağında, küçük bir kesik parmak ucunda.
Ülkeler de öyle midir?
Ya alıcı kuşların pençeleriyle yaralı, ihanet dirsekleriyle kırk kanadı kırık ülkem!
Bugünlerde alıcı kuşlar üç İhanet Yasası’nın peşinde;
Göz dikilen dağlarımız, madenlerimiz, ormanlarımız!
Zenginlik adına neyimiz varsa, üzerine konmak için dönüp duruyorlar üzerinde, sürüyle. Açılmış pençeleri, sivri gagaları, keskin dişleriyle.
Dört gün önce Meclisten geçti birisi: Nükleer Santral Yasası.
Güneşimiz de, rüzgârımız da varken, üstelik başka seçeneklere de sahipken, illa da pahalı, tehlikeli, dışa bağımlı, sökülmesi yapımından belalı, atıklarının depolanması hâlâ dünyada baş sorun olan, bu sebeplerden dolayı yüz çevrilmiş bir teknolojide ayak diremek hangi verilmiş sözlerin zorlaması bilinmez,
Santral kurulumu için arazi tahsisi bedelsiz, türlü teşvik yanında, hazine garantisi cebinde, Tahkim Yasası arkasında!
İkincisi, orman özelliğini yitirmiş arazilerin satışına izin veren 2B Yasası.
Satıştan elde edilecek gelirlerle orman köylülülerinin kalkındırılacağı söylense de, imar fırsatçılarının, orman yağmacılarının dört gözle beklediği can simidi!
Üçüncüsü ise sayesinde altın arayıcılarının dağlarımızda çoktan mevzilendiği Maden Yasası.
Yürürlükte bulunan bu yasa ile (5 Haziran 2004) altın avcıları dağlarımızda, ormanlarımızda, kıyılarımızda, meralarımızda, imar alanlarımızda, hatta evlerimizin temelinde altın arayabilecek. Hem de en etkili zehir olarak bilinen siyanür ile!
Altın arama macerasında Bergama örneği gözler önünde dururken! Buraların altını tükenmiş toprak tepeleriyle kaldığı bilinirken, son çığlıklar Kaz Dağları ve Artvin Cerattepe’den gelmekte.
Kaz Dağları dünyanın Alp’lerden sonra ikinci oksijen deposu.
Cerattepe ise dünyada en yaşlı bitki örtüsüne sahip sayılı alanlardan birisi. Bunların dışında Uşak’ta, Eskişehir’de, Gümüşhane’de,Tunceli’de sayısız ruhsatlar alınıp, faaaliyetlere başlanmış durumda. Yerli ve yabancı uzantılı çok sayıda şirket ağaçları kesmeye, dağları delmeye başladı bile.
Ülkemizin bu yolla zenginleşeceği koca bir yalan! Çıkarılan altınlar doğrudan yurt dışına gidecek. Sadece üretilen altının %’2’si devlete kalacak olan.
Kısaca, altın avcıları altınlarımızı götürürken, geride yüzlerce yıl temizlenemeyecek zehirli bir çevre kalacak.
Bir de halkımıza kanserli bir yaşam!
… …
Beni çoktan aştı bu acı diyor ya Suavi bir şarkısında;
Sırf çevre değil, on dört yıl sonra her alanda ülke olarak geldiğimiz yer içler acısı iken, dün sabah denk geldiğim bir haber nedeniyle bir kez daha isyan ettim ülkemin bunca yağmalanıp talan edilmesine!
Kaz Dağlarında altın aramaya yetkili şirketin(*)aynı zamanda işletme ruhsatı sahibi Genel Müdürünün, oraların asıl sahibi köylüleri, çevrecileri nasıl da hiçe sayan kibirli, pervasız bir rahatlıkla insanı çileden çıkaran konuşmalarını izleyince.
Kaz Dağlarında onbinlerce ağacın kesilmesinin ardından 425 gün bölgede nöbet tutan çevrecilerin başlattığı Su ve Vicdan Nöbeti için “30 yıldır bekliyoruz, 3-5 ay daha bekleriz” diyerek. 60 yıllık ruhsat izinleri varmış üstelik.
Üstteki yazımı da bu yüzden anımsadım. “Bu Yağma Nereye Kadar” başlığı ile
2007 Kasımında yazmışım. “Maden Yasası Talan Yasası Olmasın” başlıklı yazımın hemen ardından.- Mersin İmece
On dört yılın sonunda, yağmada ve talanda geldiğimiz yer ortada.
Muhalefeti ile, yurtseveri ile bu azgın yıkımı durdurmayı başaramamış, peşkeşi önleyememiş, sonucunda ülke kaynaklarını kendisine doğal hak görenleri daha da küstah yapmış,
Sırf Kaz Dağlarında geceli gündüzlü nöbet tutanları değil, Cerattepe’de, Bursa Kirazlıyayla’da, cennet Akkuyu’da ve yurdun dört bir yanında yaşam alanlarına yapılan saldırılara karşı direnen her biri birer avuç yöre insanı ve çevrecilerin çığlıklarını sessiz, direnişlerini desteksiz bırakmışsak:
Demek ki ülke sahipsiz, bizler ise çoktan ölmüşüz!
Dedim ya, o yazımı bu yüzden anımsadım;
‘Ben yazmıştım’ densizliğinden değil,
Tamamen kahrımdan…
kaynak:mersin yaşam