Bugün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
Hak arama yolunda başlatılan, ancak kanla, yangınla bastırılan onurlu bir direnişe, o direnişte can veren kadın işçilere ve sonrasında tüm dünyada kadın sorunlarına karşı gelişen kadın mücadelesine adanmış bir gün.
164 yıl önce kölelik şartlarında çalıştırılmaya, sömürüye, cinsiyet ayrımcılığına karşı, insanca çalışma şartları, eşit işe eşit ücret ve daha az saatlik iş günü için 40 bin dokuma işçisi kadının başlattığı grevin bedeli çok ağır olsa da;
Giderek, dünyada kadınların cinsiyetlerinden kaynaklı her türlü ayrımcılığa, eşitsizliğe ve şiddete karşı başkaldırdığı bir hak arama ve mücadele günü haline gelmiştir.
Çünkü: “Kadın sorunu cinsel bir ayrımcılığa dayanır. Dünya çapındadır ve hep günceldir.”Prof. Dr. Server Tanilli.
Aradan geçen bir buçuk yüzyılı aşkın zaman dilimine karşın,
8 Mart’ın çıkış noktasına göre, kadınlar açısından dünyada gelinen noktanın o günün şartlarının pek ilerisinde olduğunu söylemek zor.
Ülke olarak ise bambaşka bir yerdeyiz:
Savrulduğumuz noktada emeğimizin, özgürlüğümüzün, her türlü haklarımızın ötesinde, yaşama hakkımız tehlike altında. Bugünle ilintili olarak, karşımıza kadına yönelik şiddet ve cinayet haberleri çıkmakta hep.
Arşa çıkan ekonomik kriz, işsizlik ve salgın günlerinde emeğin adı bile okunmaz oldu!
Öyle bir yerdeyiz ki;
Bir yanımız şiddet- cinayet, bir yanımız kadın düşmanlığı, kin, nefret!
Kadına yönelik şiddet en birincil sorun.
Deyim yerindeyse can derdindeyiz.
Yılın ilk 65 gününde 67 kadın öldürüldü! Geçtiğimiz yıl ise 300 kadın erkekler tarafından yaşamdan koparıldı.
Tüm bu şiddetin kaynağı olarak, Kadına Yönelik Cinsiyet Ayrımcılığı’nı ve bundan doğan Cinsiyet Eşitsizliği’ni gidermek için,ülke olarak atılan Uluslararası Sözleşmelere rağmen;
On sekiz yıldır, kadının erkekle eşit olduğuna inanmayan bir anlayışça yönetilmekteyiz.
Geçtim, erkeklerle eşit koşullarda iş bulup eşit ücret almayı, kadına toplumsal yaşam alanlarını dar etmeye niyetli bir dünya görüşü çerçevesinde:
Çalışma yaşamında istenmeyen, aile içerisine sıkışmış, birey olma çabasından uzak, silik yığınlara dönüştürülmek istenmekteyiz.
Bugüne özgü, her kesimden kim bilir ne içtenliksiz mesajlar duyup, yalan-yavan söylemler işiteceğiz.
Kadına karşı şiddeti önleyip, kadın cinayetlerini bitirecek “İstanbul Sözleşmesi”nden çekilmeyi düşünenler de içinde!
Şimdi, yeniden İnsan Hakları Eylem Planı deseler de,
Şu var ki hakkını arayan, özgürlük, eşitlik isteyen çağdaş kadın zaten ol zihniyet nazarında diken hükmünde!
Bana sorarsanız, yıllar öncesinden belirtmişim tavrımı:
Nice vaatte bulunursa bulunsunlar, gerçek demokrasiye, eşitliklere açılmayan göz boyamacı bir bağda yedi veren gül olmaktansa, otuz kat karanlıklar altında aydınlığa sevdalı cılız bir yeşerti olmayı,
Toplumsal yaşamda kadının önünü kesen bir büyük karayelin karşısında püfür püfür özgürlüklerden yana esen bir esinti olmayı yeğlerim.
Ne olursa olsun:
Aşağı Bakmayacağız!
Bugünlerde, kadınlar olarak sahip çıkmamız gereken mücadelenin başında İstanbul Sözleşmesi gelmekte.
Yaşasın İstanbul Sözleşmesi- Yaşatır İstanbul Sözleşmesi!
Yaşasın Kadınların Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü Yaşasın 8 Mart...
MÜNEVVER ÖZGENÇ
Mersin Yaşam