Atasözü olarak özgün biçimi “İnsan çeşit çeşit, yer damar damar” olsa da; Kendi insanlık ölçütlerimizle bağdaştırıp açıklamakta zorlandığımız tutum ve davranışlar için bu türünü de yabana atmayız bazan: “İnsan çeşit çeşit, huy damar damar” bHuy’a ilişkin dilimize yerleşik onlarca özdeyişin yanı sıra, can yakan tutumlar karşısında “Huyu kurusun”, “huyu batsın” gibi ilenmeler de halk arasında kullanılır zaman zaman.
Konuya gelecek olursak:
Huyun güzeline de huyu güzele de doyum olmaz elbette.
Kötüleri ise evlerden uzak! Kıskançlık, dedikodu, tembellik, bencillik, iftira, yalan gibi.
Hele de hazımsızlık; yer bitirir insanı – TDK karşılığı benimseyememe, katlanamama, kabulleneme- Gelgelelim, hazımsızlık ta türlü türlü: Yenilgiyi kabullenememe, bir başkasının başarısını hazmedememe, saygınlığına katlanamama gibi. Bir de “cinsiyet hazımsızlığı” var ki toplumdan da uzak olsun; Kadına bir türlü “KADIN” diyememe!. Cinsiyetinden dolayı erkekle bir ve eşit görmeme!. Sonuç olarak, kadın-erkek eşitliğinden hazzetmeme hali ki, iş yine bir çeşit hazımsızlığa dayanmakta yani. Kökeni ‘Kadına Karşı Cinsiyet Ayrımcılığı’ olup , ‘Toplumsal Cinsiyet’ rolleri ile vücut bulurken, adına töre-adet-gelenek denilen dar kalıplarla beslenir, dini referanslarla perçinlenip, dogmalarla katılaşır; kadının katline yol verircesine!
Kadını erkekten ayrı ve aşağıda görenlerin gözünde kadın, ağzı ile kuş tutsa birey olamaz bir türlü. Bakmayın, bu anlayışa ait siyasi örgüt yapılanmasında ‘Kadın Kolları” olarak anılmasına; Kadın diye yazılır, ‘hanım’ diye okunur aslında. Yeri gelir “sembolik”, yerine göre “başörtülü bacı”, işine gelmedi “vitrin mankeni”. Olsa olsa, bir adım ötesi: BAYAN! En makbulü ve hedefler açısından en kolaylaştırıcısı “hanım kardeş.”
Kutsal aile içerisinde sıkışmış, en az üç çocuk doğurup bakan dişi kuş. Öncelik, ailenin korunması. Kadın ise ailenin bir parçası! Bir Afgan sosyologun, afgan toplumu için betimlediği gibi: En iyi kadın, görülmeyen ve duyulmayan kadın!. Ne de olsa bizde de aynı karanlıklardan beslenenler; kadın haklarını benimsemeyen, kadına ilişkin bakışı başka, niyeti başka, hedefi farklı anlayışlar olarak çıkmıyor mu hep karşımıza? İdeal kadın: Okusa da bir işte çalışmayan, tutturup “Biz de seçileceğiz, “biz de yöneteceğiz” demeyen, kısaca toplumsal görünürlüğü olmayan, eğlenmeyen, gülmeyen! edepli mi edepli.(!) Değilse vay haline; marjinal, sıra dışı, aykırı! Kadınlık kimliğine, haklarına ve onun kazanımlarına sahip çıkan kadına yönelik olanca kin, garez, nefret. Neredeyse çağdaş kadının aldığı nefese düşman!
Kadın: Ne denli başarılı olursa olsun, dünya ölçeğinde kendisini kanıtlasa da karanlık bilinçlerde, kocanın bir adım ötesine geçemeyen! Düşünün ki, akademik çalışmalarıyla ödüller alan, kitaplarıyla çevirileriyle, bilimsel makaleleri ile deyim yerindeyse dişiyle, tırnağıyla bilim alanında saygın bir yer kazanmış olan Boğaziçi üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ayşe Buğra’yı yıllardır içeride tutulan kocası üzerinden, kendince halkın gözünde itibarsızlaştırma, kadınlık kimliğini görmezden gelme çabası. Gerici, cinsiyetçi, bir o kadar ilkel!
Dedim ya, kadın ağzı ile kuş tutsa birey olamaz, böylesine bir bakış!
Hakkında akla gelebilecek en uç nokta aya çıkma ihtimali; Aman tanrım! “Hatta ve hatta belki bayanlardan bile ben adayım diyenler olabilir.” Tutarsa, en fazla cacahanım! Son günlerde, esasında Cumhuriyetin kendisine yönelik Laiklik ve “Yeniden Kuruluş Anayasası” söylemleri ile etekteki taşlar dökülürken bir bir; Kaygım o ki: En yakıcı sorunlarımızdan: Günde neredeyse üç can alan kadın cinayetlerini ve kadına karşı şideti önleyecek İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamak bir yana, sözleşmeden çekilmek için can atan bir siyasi iktidar döneminde; Önümüzdeki süreçte daha da harlanacağı belli gündem arasında çözümü bırakın, kadın haklarına dair hiç bir konuya belki de sorun gözüyle dönüp bakılmayacak bile!
Olmaz işle çoğalıp, yürekler dağlanırken;
Bu başlıkla, böyle bir yazıyı niye yazdığıma gelince:
Maksat, içimde kalmasın!
Mersin Yaşam