Türkiye’nin Evlat acısı, Özgecan Cinayetinden beş gün sonraydı, anlatayım:
*'Yenişehir Kültür Merkezinde Bir toplantı. Ellerimizde fotoğraf makineleri, kağıt kalem bekleşiyoruz. Gözüm Abidin Yağmur 'a ilişti bir ara. Yanına gittim, selamlaştık. Özgecan'la ilgili son yazısından dolayı kutladım kendisini. Toplantı öncesi birer sıcak çay iyi giderdi. İyi gitmedi; çaylar içilecek gibi değildi anlayacağınız. Neyse, toplantının basına açık kısmı kaşla göz arası tamamlandı. Alacağımızı aldık , çıktık. Dışarda yağmur yağıyordu. İyi ki Rodyo Metropol'ün sahibi Necmi Aydın Abimiz arabasıyla gelmişti; doluştuk. O saatlerde en güzel müjde İmece Gazetesi'nden geldi. Fatih Şahin, gazetede güveçte tava var, diyordu. Yanında salata, bir de yoğurt. Yeme de yanında yat! Ama...O hengamede birinin yanıma sokulup söyledikleri bir türlü aklımdan çıkıp gitmiyordu. Gençliğinin baharında aramızdan çekip alınan Özgecan olayı... Yüreklerimize düşen ateş,hepimizin yası,acısı... Bir haftadır ana baba yeriydi Barış Mahallesi. Cumhurbaşkanı'nın kızları, dönemin başbakanın eşi, kadından sorumlu bakan, milletvekilleri, vali.. Ve tabii gazeteciler, televizyoncular. Ve tabii ki bir koruma ordusu, polis. Gözler Özgecan'ın fotoğrafında, kulaklar annesinin ağıdında, babasının söylediklerinde...
İyi güzel de. Ne? Peki hemen yanı başındaki viranede kanayan derin bir yara daha vardı. Yanıma sokulan adam oraya koşturan devleti, biz gazetecileri sorguluyordu pekala. Niye görememişiz, niye ilgilenmemişiz! Durumu Abidin'e anlattım. İnelim,dedi; indik. Dışarda yağmur çiseliyordu. İmece gazetesinde yapılan güveç tavanın kokusu burnumuzda... Olsun. Mahalleye girdik. Taziye çadırları,basın çadırları kalkmış; mahalleyi garip bir sessizlik sarmıştı yeniden. Mahalle yeniden yalnızlaşıvermişti. Sözü edilen viraneyi bulduk. Ne yazık ki dış kapı kapalıydı; sonra yine uğramak üzere ayrıldık oradan. Acaba orada kimler yaşıyordu, nasıl yaşıyordu. Biz nasıl farkına varamamıştık o dramın, devletin gözünden nasıl kaçmıştı. Beynimi kemiren sorular; ben bir kaç saat sonra tekrar gittim. Dışarda yağmur çiseliyordu Dokunsan yıkılacak bir viranenin dış duvarına dayanmış, atık, üçlü bir koltuk.Üzeri ve yanları naylon ile örtülü.Koltukta yirmi iki yaşında olduğunu söyleyen bir delikanlı. O gün her nedense çöpe gidememiş. Kızkardeşi ve yengesiyle birlikte yaşıyorlarmış bu yıkıntıda. Özgecan'ı tanıyormuş; hemen hemen her gün görüyormuş buralarda.Herkes gibi o da çok üzülmüş doğal olarak.Sayesinde bir haftadır sıcak bir şeyler iniyormuş midelerine! Kapıyı açtı bana; girdim. İçerisi çöplük. Kediler, fareler... İnsanın genzini yakan keskin bir koku... Geldiler, gittiler, diyor Tahir Safer. Bana kapıyı açan genç. Hiç kimse kafasını çevirip bakmadı bize, diyor; bu virane de neyin nesi demedi hiç kimse; orada da yaşayan var mı diye merak etmedi, sormadı.Evet, devlet günlerdir buralardaydı ama... Ne diyeceğimi bilemedim doğrusu. Bir yanda Türkiye'yi kahreden ve derinden sarsan Özgecan Aslan cinayeti, bir yanda aynı yaşlarda hayata tutunmaya çalışan bir başka genç. Ne diyeyim ki ben,ne yazayım daha...
*Yazıda adı geçen Tahir kardeşim yakın bir zamana kadar aynı şartlarda yaşıyordu.
Şimdi kim bilir nerelerdedir...
Mustafa Esmer Cengiz
26 Şubat 2015