ABİDİN YAĞMUR
İstanbul’a 10 santim kar yağarsa “kar esareti…”
Doğu illerinde kar insan boyunu geçer, köy yolları, kasaba yolları kapanırsa “Doğuda kış yüzünü gösterdi…”
*
İstanbul’un trafiği kar yüzünden tıkanırsa “beceriksiz belediye…”
Antep’in yolları kar yüzünden kapanırsa “son yılların en yoğun kar yağışı…”
*
İstanbul’da hayat kar nedeniyle felç olursa “belediye uyuyor mu?”
Isparta 3 gün elektriksiz kalırsa “vatandaş yorganın altında dursun, uyusun…”
*
İstanbul’da karla mücadele başarısız olursa “şoförler rakı içmiştir…”
Isparta’ya elektrik verilmezse “vatandaş oturup çay içmiştir…”
*
İstanbul’da kara kış hayatı esir ederse “belediye başkanı beceriksiz, acemi…”
Isparta’da kara kış hayatı felç ederse “vali bey covidli…”
*
Bu kadar mı?
Bu kadar olur mu, dahası var.
*
İstanbul Belediye Başkanı İngiltere Büyükelçisi ile yemek yerse “işbirlikçi, hain, emperyalistlerle iş tutan biri…”
Ekonomi Bakanı kalkıp ta Londra’ya gider, orada elin adamına brifing verirse, “çalışkan adam, hem nebati hem de milli…”
*
CHP’li belediyelerin halk ekmek büfeleri önünde kuyruk olursa “sorumlu belediye, yalandan az ekmek çıkarıyorlar…”
AKP’li belediyelerin halk ekmek büfeleri önünde kuyruk olursa “kuyruktakilerin çoğu CHP’li. Kalabalık görünsün diye yalandan duruyorlar…”
*
CHP’li belediyelerin su faturaları yüksek gelirse “bu nedir efendim, tam bir soygun…”
Elektrik faturası yüksek gelirse “yok öyle bir şey efendim, bunların hepsi oyun…”
*
Bu kadar mı?
Bu kadar olur mu, dahası var.
*
Mesela, 1940’lı yıllarda, memleket savaş halindeyken, sadece Türkiye değil, Avrupa’da da birçok memlekette kıtlık varken ekmeğin karneye bağlanmasını bugün bile ısıtıp ısıtıp gündeme getiren, “bunların zamanında aç kaldı millet” diyen tipler var…
Bugün çarşı pazar yanıyor, millet kış günü doğalgaz parasını ödeyemez duruma gelmiş, bununla dalga geçiyorlar, diyorlar ki:
“Herkes kurufasulye yesin, kendi gazını üretsin!”
Ulan bu millet seni gazeteci diye üretmiş, ta oralara salmış, daha ne gazı üretsin diyeceğim de…
Konuyu dağıtmak istemiyorum….
*
Türkiye’de iki kesim oluştu.
Birincisi, yoksullaşmayı bizzat yaşayanlar ya da kendisi yaşamasa da görüp anlayanlar.
İkincisi yoksullaşmayı kabul etmeyen, herkesi kendi gibi tuzu kuru sananlar.
Sokaklarda görüyoruz.
Gencin biri, “Yoksulluk var” diyor, oradan geçen bir kadın genci paylıyor:
“Üzerinde elbisen var. Daha ne istiyorsun?”
Genç de az değil:
“Ne yapayım? Yaprakla mı gezeyim?”
*
Fakat mızrağın çuvala sığmadığı durumlar var.
Medyacısı, yağcısı, yancısı, trolcüsü, kazı, ördeği, gazı, gazcısı, başgazcısı, bacısı, hacısı, kravatlısı, takkelisi, cüppelisi, şalvarlısı, poturlusu, süslüsü her an her yerde her konuşanın lafını ağzına tıkıyor, “yoksulluk yok, fakirlik yok” diyor.
Ama yoksulluk, fakirlik, çaresizlik bazen hiç beklenmedik yerde, hiç beklenmedik kişinin yüzünde gösteriyor kendini.
Birkaç gündür bir video dönüyor.
Bir kız çocuğu ailesinin durumunu anlatıyor, boncuk boncuk dökülüyor gözyaşı. Şöyle diyor:
“Her şeyi çok pahalı etmişler…”
O videoyu izleyip duruyorum kaç gündür.
“Dağılmış pazaryerlerine benziyor memleket” diyordu ya Edip Cansever.
O dizeyi tekrarlıyorum…
kaynak:mersin yaşam