Mersin cayır cayır; durulacak gibi değil!
Kendini ya denize atacaksın ya da yaylaya.
Ben ikincisini seçtim. Sahilden bin iki yüz metre yukarılara, Toroslara…
Toprak, sıcaktan tütse de çınar altları yaşamaya değer.
Hemen yanı başımdaki pınar köpük köpük, çağıl çağıl!
Koşuşturulan demli çayları yudumluyoruz.
Oh be, dünya varmış!
Birer çay daha, birer çay daha!
Ben bir ayran alsam, diyorum; şöyle köpüklü, buz gibi yayık!
Yok, diyor kahveci; şaşırıyorum. Yaylada ayran olmaz olur mu hiç!
Acı acı gülümsüyor ihtiyar bilgelerden biri; yaylada davar mı bıraktılar ki yoğurt olsun, ayran olsun diyor.
Derin bir iç geçiriyor bir diğeri; bunlar , diyor, elin gavuruna muhtaç etti milleti; davarcılık sizlere ömür buralarda. Yaylacılar sütü, yoğurdu şehirden getirir oldular yıllar yılı.
Eskiden öyle miydi ya! Diye lafa giriyor bir başkası ve devam ediyor:
Herkesin en az bir ineği, birkaç keçisi, koyunu olurdu. Rahat rahat besler, çoğaltırdık.
Keser mangallardık; kavurur kazanlardık. Nerdeyse iki kışlık peynir tulumlardık, atardık kilerin bir köşesine. Kalanı da una, şekere çevirirdik. Herkes kendine yeterdi buralarda, kendi yağınla kavrulur giderdi vesselam!
Şimdi?
Çoluk çocuk süte hasret, et, kurbandan kurbana; o da belki!
Sorduğuma soracağıma pişman ettiler beni. Dilim kopsaydı da “ayran” demeseydim keşke!
Buğday deseydim, tütün deseydim, fındık deseydim ne fark ederdi sanki!
Her şey ortadaydı aslında.
Yaylada da kışlada da köylü perişan, köylü kan ağlıyor,köylü yanıyor.
Köylü yüreğini serinletecek bir dil arıyor, umut arıyor, önder arıyor.
Öyle kuşkulu kuşkulu bakıyorlar ki yüzlerimize;yüzlerinde yıllardır kandırılmış olmanın ezikliği… Yüzümüz kızarıyor.
Sahilden binlerce metre yukarılarda durum bu.
Yüreğin götürecekse git de bir bak istersen; hele bir deşiver içlerini de bir gör…
Köylü milletin efendisidir, demişti Atatürk.
Öyle olmasını istiyor , özlüyordu besbelli.
Ama öyle değil işte.
Gözlerimle gördüm.
Temmuz /Mersin..
Mustafa Esmer Cengiz